Öğr.Gör.Nurhayat VAROL- Kişisel Web Sayfası

Fırat Üniversitesi’nden bir Asaf Varol geldi…. geçti… (1)

  • Kategori : Genel
  • Yorum Yok

  • Ekleyen : Nurhayat VAROL
  • Okunma :19 kez okundu
27
Kasım
2024

Bu yazı Gün Işığı Gazetesinde 31.03.2022 Tarihinde Yayınlanmıştır. Gazete yazısına ulaşmak için BURAYI tıklayınız

FIRAT ÜNİVERSİTESİ’NDEN BİR ASAF VAROL GELDİ…. GEÇTİ… (1)

Siz değerli okuyucularım, yazacağım özette ifadelerimi eş olarak duygusal veya yanlı yazdığımı düşünmeyin. Oldukça objektif değerlendirme olacak. Ben çocukluğumdan genç kızlığıma kadar idarecilik yapan bir babanın evladıydım. Evlendikten kısa süre sonra da yıllarca idarecilik yapan emektar ve üretken hocanın eşiyim. O nedenle gözlemlerimde ve yaşadıklarımda yanılma payım yok denecek kadar azdır.

Eşim Asaf Varol ile akrabalık bağımız vardı. Çocukluğumda onun başarısı, gayreti zaman zaman bizim evde de konuşulur, onu çalışkanlığıyla gıyaben tanırdım. Doğrusu aynı çatı altında yaşayıncaya kadar sadece çalışkanlığını duyardım. Ne zamanki aynı çatı altında yaşadık çalışmak da ne kelime dedim. Bitmeyen enerji ve büyük hedefler…. Ki; o zaman 24-25 yaşlarında araştırma görevlisiydi. Gece, gündüz, hafta sonu, tatil kavramı yoktu planladığı işleri tamamlama çabasındaydı.

Evlendikten birkaç ay sonra Almanya hükümeti 1979 yılında karşılıksız burs vererek doktora çalışmasının deneysel kısmı için Almanya – Karlsruhe Üniversitesi’nin kapılarını açmıştı. Eşim gittikten birkaç ay sonra da ben yanına gittim. Ben Türkiye’den giderken tek şey istemişti o da daktilosuydu. Karlsruhe’de 2 yıl süren deney çalışmalarında sabah evden çıkıp akşamın ilerleyen saatlerinde ancak eve dönebiliyordu. Evde boş mu oturuyordu? Hayır. Bu defa da daktilo başına geçiyordu. Ne mi yapıyordı? Bir Almanca Akışkanlar Mekaniği kitabının telif hakkını almış o kitabı Türkçe’ye çeviriyor, daktilo ile yazıyordu. Kaynak kitaptaki resimleri kesme işini bana vermişti. Onun gözleri çok sağlıklıydı. Benim göz kusurum vardı, astiğmat en büyük sıkıntımdı. Resmi keserken 1 mm dahi olmayan eğrilik olduğu zaman hemen fark eder ve fırçamı da yerdim. İşinde titiz olduğu için sıradan çıkışmaydı onun için. O kadar yoğun çalışıyordu ki… benim de düşüncem doktora çalışmasını bitirirse artık vakit zengini olacağız, boş vakti olacak hayalini kurardım.

Türkiye’ye döndükten sonra zaman zaman hafta sonlarını yine fakültede çalışarak değerlendirdi.  Almanya’dan ayrılmadan 2 gün önce bir başka şehire giderek ciddi sayılacak bir meblağda yanılmıyorsam Zenith Marka bilgisayar aldı ve Türkiye’ye getirdi. O bilgisayar ile üniversite için programlar yazdı. Ekran olarak da evdeki siyah beyaz televizyon kullanılıyordu. Üniversitede karşılıksız bilgisayar kursları verdi. Yani bir çok kişinin bilgisayar ile tanışmasını sağladı. Bazı hekimler evimize kadar gelip hastalarının kayıtlarını bilgisayar ortamına taşıma çalışmalarını yaptılar.

Doktora çalışması bitti. İdarecilik görevi başladı. Makine Mühendisliğinde görev yapıyordu. Kabına sığmayan Dr. Varol’a üniversite dar geldi, özel sektöre geçme hazırlığı başladı. Bir şirket ile anlaşma yaptı. Taşınmak için evi kısmen toparlamaya başlamıştık.  O zamanki Rektörümüz Prof. Dr. Arif Çağlar hocamız bu karara hiç sıcak bakmadı ve Dr. Varol’un Fırat Üniversitesi’nde kalması için ikna etmeyi başardı.

Bu arada Teknik Eğitim Fakültesi açıldı. O fakülteyi kurucu birkaç hocadan birisidir Varol. Teknik Eğitim Fakültesi bünyesinde Makine bölümünü kurdu. Ardından Otomotiv bölümü kuruldu ve öğrenci alındı. Ancak uygulamalı fakülte olduğu halde uygulama yapacak atelye yoktu. Dr. Varol kişisel girişimiyle gümrüğe bırakılan hurda araçların fakülteye getirilmesini sağladı, orada parçalar sökülerek atelyeye yerleştirildi. Mükemmel bir atelye hem öğrencilere hem de fakülteye kazandırıldı.

Akademik çalışma tabii ki bitmedi. Doçentlik başvuru süreci başladı. Tatile dahi gittiğimizde odaya kapanıp saatlerce doçentlik sınavı için çalıştığını biliyorum. Bu arada sadece kendi bireysel çalışmasını yapmıyor, üniversite için yenilik getirme peşindeydi.

1990 yılında 9 ay eğitim amaçlı Amerika- Purdue Üniversitesi’ne gitti. Birkaç ay sonra ben ve çocuklarım da gittik. Orada yine zamanla yarışır şekilde çalıştı. Uzaktan eğitim kavramını pek kimse bilmezken o yıllarda, internet bağlantısının çok sınırlı olduğu zamanda dahi doktora öğrencisinin çalışmalarını yönetti. Amerika’daki eğitim anlamında yeniliklerin peşindeydi, çünkü yenilikleri Fırat Üniversitesi’ne taşıma gayretindeydi. Okula yeni başlayan çocuk mutluluğu gibi her sabah eğitim aldığı Purdue Üniversitesi’ne gider, akşamları da çeşitli kurslara katılırdı. Yeni teknolojileri yakından takip etti. Yoğun çalıştığı dokuz aylık eğitimden sonra Teknik Eğitim Fakültesi’ne döndü. Bu defa da Elektronik ve Bilgisayar Öğretmenlik Bölüm başkanı olarak bölümü kurdu, bölüme hoca buldu, öğrenci alındı. Bölüm ve bilgisayar laboratuvarları kurmak kolay değildi ve büyük ihtiyaçtı, bir laboratuvar bölüm için yeterli değildi.. Dr. Varol imkanları sağlamak için yine çabaladı. Halka ve üst düzey yöneticilere sınıflama yaparak bilgisayar, programlama kursları verdi. Gelen gelir hocalara dağıtılmadan direkt bilgisayar laboratuvarı kurmak için kullanıldı. Böylece fakülte laboratuvarlara sahip oldu.

Üretkenliğe doymuyordu bu defa da Fırat Televizyonu kurma çabasına girdi. Rotasını belirledi, ekibi ile birlikte yine gece – gündüz, hafta sonu demeden çalıştılar. Vericilerin ayarı için dahi kulelere çıktığını biliyorum. Bütün teknik işleri ile bire bir ilgilendi. O yıllarda yeni kavram olan bilgisayar ve programlama derslerini uzaktan eğitim çatısı altında Fırat televizyonunda verdi. Kurs sonunda üniversiteye gelip yüz yüze yapılan sınavda başarılı olanlara sertifika verildi. Devam eden ve uzaktan eğitim alan kursiyerlerden başarılı olup sertifika alanların daha kolay iş bulduklarını biliyoruz.

Fakülte döner sermaye sorumluluğu da Dr. Varol’a verilmişti Fakülteye para kazandırıp fakültenin teknik anlamda yani atelye, laboratuvarların gelişmesini sağlamak, Türkiye’de yeniliklere öncülük etmek, Fırat Üniversitesi’nin misyonunu, vizyonunu, kalitesini duyurmak, Fırat Üniversitesi’nin penceresini  Türkiye’ye hatta dünyaya açmak en büyük hedefiydi. Nitekim de başardı.

1990 lı yılların ikinci yarısında formatör öğretmen kursu çalışmasını başlatarak, Türkiye’nin her bir bölgesinden gelen öğretmenlerin yaklaşık iki ay kadar Elazığ’da kursiyer misafir olmalarına vesile olmuştu. Bu arada yurtdışı bağlantılarını hiç koparmadı. Sık sık yurtdışına çıktıysa da yenilikleri üniversitesine taşıdı.

1995 yılında Amerika Birleşik Devletleri Oklahoma State Üniversitesi’nde “Çoklu Ortam “ konulu bir kursa beraber katılmıştık. Orada aldığı yeniliği yine Fırat Üniversitesi’ne taşıdı. İlgili dersleri hemen programa almayı başardı.

Dr. Varol Uluslararası eğitim, seminerlere katıldı. Katıldığı seminerlerdeki kazancı sadece kendisi için değil; üniversiteye kazandırma çabasındaydı. Örneğin; MED- CAMPUS çalışmasına iki yıl üst üste 15 gün süreyle katılmıştık. Orada gördüğümüz kurslardan sonra kazanımlar oldukça fazlaydı. Ders veren hocalar yabancı uyrukluydu, programlar onlarda mevcuttu. Kazanımlar derken şöyle ki; ESTA (Expert Systems for Text Animation) Uzman Sistemler diye kurs aldık, dönüşte hemen yapay zekanın girişi olan prolog diliyle yazılan ESTA kitabını yazdı, kendi maddi imkanları ile baskıdan çıkardı, kitapçılarda raflarda yerlerini aldı. İçeriği güncel olan ESTA dersini ilgili kurullardan geçirerek Elektronik ve Bilgisayar Öğretmenlik bölümünde ders olarak okunmasını sağladı.

Yine MED CAMPUS çalışmamızda robotik dersini aldık. Programlama ile tasarlanan robotun çalışmasını sağlamaya çalışıyorduk. DR. Varol ders veren yabancı uyruklu hoca ile kurduğu ikili ilişkiler sonunda ders hocası hem robot setini, hem de yazılımı hediye etti. Dikkatinizi çekerim. 1990’yılların ikinci yarısı üniversitelerimizde, diğer eğitim kurumlarında yapay zeka, robot çalışmaları pek işitilen kavramlar değildi. Dr. Varol ders müfredatlarını sürekli güncelleme peşindeydi. Robotik dersinin yine ders olarak okutulmasını sağladı. Bir süre yabancı hocanın verdiği robot seti ile öğrencilerimiz çeşitli robot tasarımları yaptılar. Öğrencilerimizin robot tasarımlarını yaparken mutluluk ve heyecanlarını unutamam. Dr. Varol İlerleyen yıllarda bölüme ek robot setleri temin etti.

>> Devamını okuyun

KİTAPLARDA KENDİNİ BULMAK…

  • Kategori : Genel
  • Yorum Yok

  • Ekleyen : Nurhayat VAROL
  • Okunma :4 kez okundu
27
Kasım
2024

Bu yazı Gün Işığı Gazetesinde 10.02.2022 Tarihinde Yayınlanmıştır. Gazete yazısına ulaşmak için BURAYI tıklayınız

 

Eminim ki bir çok okuyucum çocukluklarında aileleri tarafından kitap okumaları için yönlendirilmiştir, uyarılmıştır, takdir edilmiştir, çevreye örnek gösterilmiştir ya da sürekli bu eksikliği dile getirilmiştir.

Kendi çocukluğumu düşünüyorum da televizyon, internet yoktu. Ders çalışmanın dışındaki vakti ya fiziken oyun oynayarak veya kitap okuyarak değerlendirirdik. Yine hatırlıyorum her dönem arası Şubat tatilinde öğretmenlerimiz bir kitap okuyup özetini yazmamızı isterlerdi. Dönem arası ödev olurdu.

Kitap okumaktan büyük mutluluk duyardım. Sanırım babamdan çok etkilenmiştim. Ben babamı tanıdığım 3-5 yaşımdan itibaren babam 91 yaşına gelinceye kadar başucu kitapları oldu. Sürekli okur ve okuduğunu da tartışırdı.

Babamın kitaplığı çok zengindi. Babam kitaplığındaki veya tavsiye ettiği kitapları okumam için bana verirdi. Okurdum ve ana temayı mutlaka bana sorardı. Gündüz veya akşam saatlerinde okuduğum romandaki sonu merak ettiğim için bir an önce kitabı bitirmek isterdim. Lise öğrenimime kadar kardeşlerimle aynı odada yatınca onları uyandırmamak için yeşil renk gece lambası (aplik) altında nice kitaplar okuduğumu hatırlıyorum. Amacım konunun sonunu okuyabilmekti.

Zamanla yaşam koşturması, iş yoğunluğu artınca gerçek kitap okuma süresi ve okuduğumuz kitapların sayısı da azaldı. Eskiyle kıyaslanmayacak kadar az okuyabilsem de fırsat buldukça bir kitap kapağı açma hevesim kayıp olmadı. Çocukluğumda en güzel uykuya geçişin kitap okuyarak olduğunu yaşamıştım. Sanırım ilerleyen yaş ile birlikte çocukluğa özlem oluyor ki yine aynı tabloyu yaşamaya çalışıyorum.

Biliyoruz ki; kitap okumak bilgi birikimini artırır, yaratıcılığı artırır, kelime dağarcığını geliştirir, yazılı-sözlü ifade yeteneğini geliştirir, okumayı güçlendirir, hafızayı güçlendirir, empati yeteneğini geliştirir. Bu maddeleri artırmak mümkündür. Yine sanırım yaşanmışlıklar ile ilgili olacak ki; ileri yaşlarda okuduğum kitaplarda bazen kendimi, bazen çocuklarımı, bazen eşimi, bazen kardeşlerimi, bazen yakınlarımı buluyorum.

Yine başladım okumaya. Okurken konulara gömülüyorum. Bazen geçmişi anımsattığı için tebessüm ediyorum. Bazen geçmişe özlem duygularını kıpırdatıyor acı bir tebessüm, bazen geçmişe yolculuk gözlerimi kapatıyorum, “nasıl da geçti habersiz yıllar” diyerek bazen ciddi ciddi ağlıyorum, bazen de duygularımı neden gömmüşüm, dile getiremedim diyorum.

Halen okuduğum bir kitaptan beni etkileyen birkaç paragrafı sizlerle paylaşmak istedim. Eminim ki birçok kişinin yüreğine dokunacaktır.

“Bir şeyi gerçekten istersen, onu gerçekleştirmeni sağlamak için bütün evren işbirliği yapar” düşünceler arası çekim gücü vardır. Özellikle olumsuz düşünceleri çekmiyor muyuz? Kendi adıma söyleyeyim, kendim için aklıma gelen başıma gelir oldu. Bir ara sık düşer ve vücudumda olmayacak kırıklarım olurdu. 1-2 ay önce aklımdan geçti bayağı zaman oldu düşmeyeli ve kırığım da olmadı diye. 2 gün sonra düştüm yine hasar aldım. İşte çekim gücü.

Yunus Emre’den alıntı “Paylaştığın senindir, biriktirdiğin değil” paylaşmak ve yardım etmenin bereketinin içerisinde olduğunu biliyoruz. Yaptığımız yardımlar gibi.

Derviş Kaşıkları hikayesinde bir kısa anı. Bir gün Dervişe “Sevginin sadece sözünü edenler ile onu yaşayanlar arasında ne fark vardır?” diye sormuşlar. Derviş izah edebilmek için önce sevgiyi sadece dilinde yaşayanları yemeğe çağırmış, karşılıklı oturtmuş. Sofrada çorba var, kaşık olarak her bir misafire dervişin bir metre boyundaki kaşıkları verilmiş. Kaşığın ucundan tutarak çorba içme kuralına herkes uymuş ancak kaşık ağızlarına gitmeden çorba dökülmüş, aç olarak kalkmışlar. Daha sonra Derviş sevgiyi gerçekten bilenleri çağırmış, aynı sofra, aynı kaşıklar, aynı oturma düzeni sağlanmış. Gelen misafirler uzun saplı kaşıkları ile çorba alıp kendileri değil karşılıklı birbirlerine içirmişler. Herkes doyarak kalkmış.

“Mide ülserlerine yediklerimiz neden olmaz. Ülserler sizi yiyenlerden oluşur”  demiş Dr. Joseph Montague. Hayat zaten başlı başına mücadelenin ta kendisi değil midir?

“Öyle bir çağ yaşıyoruz ki, insan insana sığınmaktan çok yalnızlığına sığınıyor” Hayat dışarıdan göründüğü gibi tozpembe yaşanmıyor.

Kitaplarda hayatımıza ışık tutan birçok konu vardı. Zaman zaman yer vermeye çalışacam.

Son olarak hıçkırıklara boğularak okuduğum, kendimi bulduğum, kendimi yargıladığım, ne zaman bu zinciri kıracaksın diye kendime kızdığım alıntıyı sizinle paylaşmak istiyorum. Okuduğum kitaptaki cümleleri aynen yazıyorum. Eminim ki benimle aynı duyguları yaşayanların sayısı hiç de az değildir.

“Mezarlık kalabalıktır. Bir mezarın başında insanlar vardır. Yaşlı adam tabuta sarılıp, seni seviyorum, seni seviyorum…. Diyerek ağlamaktadır. Anlaşılan tabutta yatan yaşlı adamın eşidir. Yaşlı adamın çocukları ve diğer insanlar bu duruma çok üzülürler, ağlayıp sakinleşmesini beklerler. Fakat yaşlı adam her seferinde defalarca “seni seviyorum”  diyerek tabuta sarılıp ağlamaktadır. Artık toprağa verme zamanı gelmiştir. Yaşlı adamı tabutun başından çocukları zor ayırırlar. Adam halen “seni seviyorum, seviyorum..” demektedir. Çocukların en büyüğü babasına sarılır ve “babacığım tamam artık, biliyoruz annemizi çok seviyordun. Biz de çok seviyorduk fakat onu kaybettik” der. Yaşlı adam “beni anlamıyorsunuz, ben onu çok seviyordum; fakat o yaşarken bunu ona söyleyemedim. Onu ne kadar sevdiğimi ona asla söyleyemedim…. O bilmedi, sadece eleştirilerimi yaptım..” der ve yere yığılır”.

Konunun kahramanı eşlerden herhangi birisi olabilir. Ağlayan kadın da olabilir. Sevgimizi ya böyle kaybettikten sonra veya hastane koridorlarında sevdiğimizi beklerken haykırıyoruz. Bu kadın, erkek, çocuk olabilir. Okurken konuya gömüldüm ve kendimi yargıladım, kendimi buldum. İnsanın en çok sevdiği, canını seve seve feda edeceği çocukları ve eşidir. Bizim nesil için söylüyorum kaç kişi sevgisini dile getirebildi? Hastalandıklarında yüreğimiz kanıyor, dünya dar geliyor bu sevgi değil de ne? Ancak duygularımızı iç dünyamızda yaşıyoruz. Sevdiğimizin vefatını rüyamızda görsek dahi o acı iliklere kadar hissedilmiyor mu?

Babamın vefatından sonra da aynı duyguları yaşamıştım. Neden doyasıya sarılıp da “baba seni çok seviyorum” diyememiştim. O pişmanlıkla sevdiklerime sıkı sıkı sarılmayı ve duygularımı dile getirmeyi hayal etmiş ve kendime söz vermiş olsam dahi değişen bir şey olmadı. Artık bundan böyle duygularımızı dile getirelim derken o yetişme şeklindeki çemberi ne yazık ki kıramadık. Nasıl olsa yakınlarımız sevildiklerini biliyorlardır diye düşünerek ruhsuz mantık ile yaşamaya devam ediyoruz.

>> Devamını okuyun

BİR SABAH ANSIZIN…….

  • Kategori : Genel
  • Yorum Yok

  • Ekleyen : Nurhayat VAROL
  • Okunma :5 kez okundu
27
Kasım
2024

Bu yazı Gün Işığı Gazetesinde 10.02.2022 Tarihinde Yayınlanmıştır. Gazete yazısına ulaşmak için BURAYI tıklayınız

Bulutlu havanın hakim olduğu, bir sabah üzeri kapınızın zili çalar, hemen ardından kapıya tık tık vurulur. Güvenlik görevlisi olan bir sitede yaşamanın gönül rahatlığıyla, hatta belki komşudur diye içeriden kapı açılır. Loş koridorda kapının önünde iki bey vardır. Elindeki kimliği ev sahibine doğru uzatarak “Ablacım biz sivil polisiz. Bu evde kimler yaşıyor?” Der. Kapıyı açan ve evde yalnız olan bayan verilen bilgiye doğal olarak tam güvenmediği için cevap vermeden kapıyı kapatır ve kilitler. Kapının zili çalmaya devam etse de kapı açılmaz.

Gelen emniyet görevlileri kapıyı ansızın kapatan hanımın davranışından doğal olarak şüphe eder, evin hanımı da gelenlerin kimlik bilgisinden şüphe eder.

Bu arada karşı komşunun kapı zilini çalarlar. Gelen görevliler o kapıyı açan evin hanımından asıl geldikleri evde yaşayanlar hakkında bilgi alırlar.

Asıl geldikleri evin hanımı gelen memurların beyanlarına şüpheli baktığı için evin içerisinden site güvenlik görevlisini ve apartman görevlisini haberdar eder ve çağırır. Ancak onlar geldikten sonra kapıyı açan evin hanımı halen koridorda bulunan görevlilere “basından bazı olaylar işitiyoruz ki her polis kimliği gösterene ne yazık ki inanılmıyor. Kimliği şöyle bir uzatıp göstermekle anlamak da mümkün değil. Şimdi buyrun sorun” der.

Evde kimin yaşadığı yine sorulur. Evin hanımı siz bu adrese geldiğinize göre biliyorsunuz der. Memurlar bir isim vererek o kişiyi tanıyıp tanımadığını sorarlar. Kendisi veya eşinin böyle bir kişiyle bağlantısının olup olmadığını sorarlar. Ev sahibinin kızlık soy ismini sorarlar. Sorunun ne olduğunu soran ev sahibine bir ihbar olduğunu, ihbarda aranılan bu kişinin verilen adresteki yakını tarafından saklandığını ve tutuklanacağını ifade ederler. Ev sahibi verilen isimle alakalarının olmadığını söyler, madem ihbar edilen bu ev ise kim ihbar etti diye sorar. Doğal olarak bilgiyi veremeyeceklerini söylerler ve site görevlileri ile birlikte koridordan ayrılır giderler.

Sonra apartman görevlilerine “siz neden birlikte gelmediniz?” diye sitem eden site sakini hanıma site güvenlik görevlisi, gelen kolluk kuvvetlerine sordukları sorularda blok, kat daire bilgisini güvenlik nedeniyle veremeyeceklerini belirterek geçtiklerini, plakalarını aldığını ifade eder.

Site güvenlik görevlilerine belki aradıkları kişiyi kıskıvrak yakalayacaklarını düşündükleri için bilgi vermemiş olabilirler. Ancak dışarıya çıktıklarında site güvenlik görevlileri ile konuştuklarında anlarlar ki yanlış adrese gelmişler. İki kelimelik sitenin ilk kelimesi aynı olmak üzere 5 ayrı sitenin olduğunu ve o ihbar edilen evin bulunduğu sitenin de farklı bölgede olduğunu öğrenirler.

Buraya kadar anlatılanlar emniyet görevlilerinin görevlerini yapmak istemeleri, ev sahibinin de güvensizlik nedeniyle sergilediği tavır tablosu.

Her iki taraf kendi pencerelerinden bakıldığında haklılar. Memurlar yapılan ihbarı değerlendirmek zorundadır, vatandaşın huzuru için görevdedir. Ancak ansızın kapısı çalınan hayatında trafik kontrolü dışında güvenlik görevlileri ile bu anlamda hiç muhatap olmayan yalnız bir bayanın gösterilen kimlik tedirginliğinden oluşan korkusu hiç de göz ardı edilemez.

Neden mi; Kötü niyetli insanların sahte kimlikler ve yasa dışı yollar ile neler yaptıklarını okuyoruz, işitiyoruz. Artık her evrakın sahtesi kolaylıkla yapılabiliyor. Dışarıdan bir göz başka kuruma ait kimliğin detayını göremeyebilir. Böyle yasa dışı gerçekleşen olayları duyan vatandaşlarda güvensizlik hasıl olunca bu düşünce vatandaşın memurlara yardımcı olmalarını, güvenmelerini de gölgeleyebiliyor. Oysa böyle güvensizlik olmasa, doğruluğuna inanılsa elbette güvenlik güçlerine yardım etmek insanlık görevidir.

Örneğin; bu tabloyu, bu anı yaşayan, yalnız olan site sakini bayan karşısında güvenlik güçlerini gördüğünde ilk aklına gelen yasa dışı işi olmadığı için sahte kimlikli insanların gelmiş olabilmeleri ihtimalidir. Şok gibi olan o anın korkusunu ancak komşularının desteğiyle gün boyu üzerinden atmaya çalışır, hanım da haklıdır. Zaten kimliğin doğruluğuna inansa panikleyecek durum yok. Aksine memurlara yardımcı olmaya çalışır.

Ne günleri yaşar olduk. Halkın refahı için çalışan güvenlik güçlerine dahi yasadışı davranış sergileyenler yüzünden ne yazık ki şüpheli bakar duruma düştük.

Biz de haklıyız, görev başında olan güvenliği sağlayan memurlarımız da haklı. Onların özellikle evlere gittiklerinde ev sahiplerinde inandırıcı kanaat uyandırmaları için kapıyı israr ile çalmak yerine öncelikle gidilen adresin doğruluğundan emin olmaları ve kendilerine inandırılmalarını sağlamalılar diye düşünüyorum.

Halen olayın şokunu yaşayan ve kafasında kimliklerin gerçek olup olmadığı sorularına cevap veremeyen hanım olayı teyit etmek üzere yani gelenlerin resmi memur olduklarına inanabilmesi için emniyet yetkililerine ulaşmak ister. Emniyet yetkililerine ulaşıldığında en üst seviyede konuyla ilgilenilir ve doğruluğu hakkında bilgi verilir.

İşte bu duyarlılıktan dolayı başta Sayın Emniyet Müdürümüz olmak üzere, Sayın Asayiş Müdürümüz’e kendi adıma ve işlenilen konuda yer alan bireyler adına teşekkür ederiz.

>> Devamını okuyun

ÇOCUK VE GENÇLERDE İNTİHAR MEYİLİ

15
Aralık
2021

İntihar gibi soğuk, ürpertici bir sözcüğü işitirdik, basında okur, dinlerdik. Ama son yıllardaki gibi sık hiç duymadık. İntihar, kişinin kendi isteğiyle kendisinin ölümüne yol açma eylemi olarak düşünülür.

Dünyada her yıl yaklaşık 1 milyon kişinin intihar ederek hayatlarını kayıp ettikleri intihar istatistiklerinden bilinmektedir. Yine her yıl 10-20 milyon arasında da intihara teşebbüs etmiş ancak ölümle sonuçlanmayan durumlar kayıtlardadır. İntihar ruhsal bir hastalık mıdır? diye aklımıza gelebilir. Yine istatistiki sonuçlara göre vakaların %80’i doğrudan bir ruhsal hastalıkla ilişkili olduğu sonucuna varılmıştır. Önlenebilir bir rahatsızlık ölüme doğru giderken gerekli önlemler alınabilir.

>> Devamını okuyun

ADI NURCİHAN, ERHAN, ALİ, DOĞUKAN OLSUN

08
Aralık
2021

3 Aralık tarihi  “Dünya Engelliler Günü” olarak anılmaktadır. Engelli birey kimdir? Engellilik insanlığın ortak sorunudur. Doğum öncesi veya doğum sonrası çeşitli nedenler ile fiziksel veya zihinsel bir sorunu nedeniyle hareketleri, fonksiyonları, duyuları kısıtlanan ya da işlevlerini hiç ya da kısmen yerine getiremeyen bireylerdir. Günlük ihtiyaçlarını karşılamada güçlükleri olan bireylerdir.

Engellilik genetik olabildiği için anne karnındayken engel şekillenebilir, doğum esnasında olabilir, sonradan geçirilen bir kaza sonucu olabilir, bir hastalık sonrası olabilir. Nedeni ne olursa olsun bir insanın kendi engeli ile baş başa kalması veya başkasının yardımına mahkûm olması, şüphesiz bireyin kendisi ve ailesi için yaşamın zor evreleridir.

Yaşamın her kesitinde engelli birey görmek mümkün. Bazen üzülerek bakarız, bazen empati yaparız, bazen birey adına ne yapabiliriz diye düşünürüz, bazen küçük dokunuşlar yaparız, bazen başımızı çevirir geçeriz. Her ne yaparsak yapalım yaşayan bilir o sıkıntıyı.

>> Devamını okuyun