Öğr.Gör.Nurhayat VAROL- Kişisel Web Sayfası

ELAZIĞ’IM GEÇMİŞ OLSUN

29
Ocak
2020

24 Ocak 2020 saat 20.55 Elazığ ve köylerinde yaşayan bebekler hariç, herkes canlarının derdine düşmüşlerdi. Allah’ım o nasıl bir andı. Bitmeyen 40 saniye o kadar mı uzun hissedilir. O 40 saniye dakikalar gibi geldi.

Kıyamet denilen an böyle miydi?

Can bu kadar tatlı mıydı?

5 metre uzaktaki kapıya insan yetişemez mi?

Yürümek, ayakta durmak bu kadar zor muydu?

 Sanki bir fanus içerisinde simülasyon yaşamadık mı?

Yerler kayıyor, duvarlar kayıyor, tavan kayıyordu. Ya kaçış yolu arandı ya da benim gibi yere çöküp her ne olacaksa teslim olundu.

Bazı duygular vardır ya “anlatılmaz, yaşanır” işte Allah yaşatmasın ama deprem yaşamak da öyle bir şey. 1999 Gölcük depreminden 4-5 gün sonra Düzce, Sakarya ve İstanbul’a gitmiştik. Depremzedeleri çadırlarda, çadır önlerinde grup grup oturduklarını, kamyon üzerinden dağıtılan ekmekleri alabilmek, kavun, karpuzları alabilmek için nasıl el uzattıklarını, çok kalabalık olmalarına rağmen ortamın sessiz olduğunu, insanların derin bakışlarının arkasındaki anlamı, üst üste yığılmış apartman dairelerini, evleri, duvarları yıkılmış yıkık duvarlardan dışarıya sarkan, uçuşan perdeleri asla unutamam…  O zaman ciddi anlamda çok üzülmüştüm. O insanların hayallerinin yıkıldıklarını düşünmüştüm. Yıllardır da halen etkisindeyim. Bütün bunlara rağmen depremi yaşayanların o an nasıl ruh haline girdiklerini çok bilmediğimi şimdi daha iyi anlıyorum.

Deprem yaraları zamanla sarılıyor, deprem enkazı kaldırılıyor, ama psikolojik yara sarılamıyor ya da hafiflemesi için zamana ihtiyaç oluyor. Bu psikolojik çöküntüyü ne zaman daha iyi anladım? 24 Ocak akşamı 6.8’lik depremle sarsılınca anladım ki deprem sadece sallanmak ve sadece birkaç dakikalık korkmak değilmiş.

Hem üzgünüz hem de duyguluyuz. Hem acıdan hem mutluluktan gözlerimiz yaşardı. Türkiye tek vücut oldu. Her yerden yardımlar yağdı.  Kamyonlar, tırlar dolu dolu yollara çıkarıldı. Oldukça kısa sürede çadır kentler kuruldu. Yıkıntı altında kalanları kurtarabilmek AFAD ve Kızılay ekibinin çalışmaları zaman zaman iğne ile kuyu kazmaya benzedi. Ulusal ve yerel basın mensupları gecenin -12 derecesine aldırmadan canlı yayınlarını devam ettirdiler. Bütün Türkiye Ekran başına kilitlendi. Çok sayıda bakan, milletvekili, belediye başkanı,  Sayın Cumhurbaşkanı ilimize gelerek şehre sahiplendiklerini gösterdiler. İçişleri Bakanımız, Sağlık Bakanı, Çevre ve Şehircilik Bakanı hemen deprem sonrası Elazığ’a gelerek deprem ile ilgili her problemin çözümünü sağlamaya çalışmışlardır.

Türkiye’den her yerden Elazığ’a yardım yağıyor. Tırlar konvoylar halinde geliyor. Öyle ki; tırlar sıralı, ancak boşaltacak insanlar aranıyor. Üniversite öğrenci toplulukları da kendi aralarında koordine olarak yardıma gittiler.

Depremden sonra 26 Ocak Pazar günü TV 8 deki bir programın yapımcısı Acun Ilıcalı o akşam program akışını değiştirerek “TV 8 de Tek Yürek” ismiyle yardım kampanyası başlattı ve o akşam insanlar yarış halinde yardım ettiler. 73 milyon TL toplandığını ve sadece depremzedeler için bağışlanmasını istedi. Herkes elinden geleni yapıyor, yardımdan yana sıkıntı yok. Elbette bu gelen meblağlar mağdur olanlara yetecek kadar olabilir. Ancak dağıtımdaki sıkıntı şu; adaletsiz dağıtım, hakkı olmayanların fazladan faydalanmaları,  depremzede olmayanların dahi gelip yardım talep etmesi, aç gözlülük. Kısacası sahtekârların mantar gibi artmaması…

Gerçek Elazığlı aç kalsa da istemez, onurludur, gönlü gözü toktur, yağmalama yapmaz, zaten mağdur olanların çoğu garibandır. Üzülerek söylüyorum ki son zamanda gördüğümüz Suriyeliler yetmiyormuş gibi depremden sonra da yine yabancıların sayısında artış oldu ve çadırlara sahip çıktılar. Bir anne kanatlarının altına aldığı çocuklarını kaldırım üzerinde korumaya çalışırken, bir çadır ile yetinmeyip, aldığı yeterli sayıdaki battaniye ile yetinmeyip tekrar tekrar alması, insanların sinirlerini bozar desem bu ifade hafif kalır. Doğrusu öfkelendiriyor bizi.

İnsanlar -10 derece soğukta nerede kalacaklarını mı düşünsünler? Anılarını gömdükleri evlerini mi düşünsünler? Geleceklerini mi düşünsünler? Darmadağın bir ruh hali içerisindeyken Suriyeli birkaç kişinin çadır kapısında nargile keyfi yapması sinirlerimizi iyice bozdu. İlk aklıma gelen depremzedeler çadırlarından Suriyeli olanların yerlerinin ayrılmasıydı. Çünkü onlar kendi kültürleri içerisinde ihtiyaçlarını giderebilirler. Dolayısıyla yerlileri rahatsız etmeyecekler. Bugün öğrendiğim kadarıyla Ataşehir mahallesinde kurulan çadırlara taşınmaları sağlanmış.  Elbette hizmet almak insanlık onurunun ve adaletin tecellisidir, ama kötüye kullanmamalılar.

Böyle sıkıntılı günler bazı insanlar tarafından fırsatçılığa dönüştürülmemeli. Bazı esnaflar fırsatı hoş olmayacak şekilde aklı sıra kendi lehine çevirdiğini düşünebilir. Ama gerçek Elazığlı kendisine yakışanı yapar. Gördük ki arama kurtarma ekipleri lokantaya gittiğinde işletmeci yemeği ikram ettiğini söyledi. “Memleketimize geldiniz, yıkım altındaki canlarımızı kurtarmaya çalışıyorsunuz. Sizden para alınır mı?” diyerek de üstelik sitem ettiler. Hatırlayın emniyet binamız da yıkıma uğradığı zaman taksi şoförleri ulaşımı sağlarken müşterilerden ücret almamışlardı.  “Bugün o gün değildir, ne parası “ diyerek geri çevirmişlerdi.

Yaralar sarılacak ama erken ama geç, ama az ama yeterli. 41 kişiye mezar olan binalar, canlarından bir parça olan yakınlarını toprağa verenlere, yok olan ailelere, anılarını evlerine gömerek zorunlu yıkımı izleyen insanlara sorumluları hesap vermelidir. Rezalete sadece göz yuman değil, hatta kucak açanlar dahi deşifre edilmeli, bedelini ödemeye mahkûm edilmeli…

Canımız yandı, gelecekte canlar yanmasın.

Elazığ’ım geçmiş olsun, başımız sağ olsun!

Etiketler

Yorumlar

Yorum Yapın !

Yorum yapmak için oturum açmalısınız.